Dingin yağan karın altındaki ağaçlar arasına gizlenmiş kütükten bir evde, düzgünce toplanmış çift kişilik yatağının yanındaki çift kişilik koltukta oturuyordu. Yarısına kadar içtiği şarabı diğer yanında, sobanın üstünde sıcaklığını kaybetmemek için uğraşıyordu. Yaşadığı dramlar genç yaşını, ölmemeye and içmiş kaçık bir yaşlıdan daha büyük göstermeye yetiyordu. Ne üzerindeki kırışık, eskimiş kazak ne de dağınık kafası önemli değildi onun için, karşı duvarda sağlamca çakılı duran parlak çivi kadar. Parlak çivi onun bir gün üzerine asacak olduğu renkli tablonun umuduydu. Bomboş evdeki çıplak duvarın üstündeki gereksizlikti. Çakılırken duvara verdiği acıydı ve duvar ile paylaştığı anılar. Sökmek isteyen birine karşı göstereceği sağlamlıktı. Siyah beyaz dumanlı bir görüntü içindeki parlaklıktı. Ve çakılı tarafındaki karanlıktı onun için o çivi. Karanlığın içindeki sıkışma hissiydi yıllardır. Yıllardır.
Karanlığın zıt yanında, çivinin parlak başında yansıyan görüntüde, düzgünce toplanmış çift kişilik bir yatak ve üzerinde yarım bardak şarabı sıcak tutmaya çalışan sobanın arasında çift kişilik bir koltuk vardı. Üzerindeki adamın tüm detayları gözüküyordu çivinin yüzeyindeki yansımadan. Rengi solmuş bir pantolon, kırışık ve sökük eski bir kazak vardı üzerinde. Saçı sakalı birbirine karışmış, uzundu. Vücudundaki kaosun içinde düzenli gözüken iki şey parlıyordu, bembeyazdı. Çıplak duvardaki parlak çiviye doğru bakıyordu. Bakıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder